Judith Butler, Kaos GL’nin ev sahipliğinde yapılan 5. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma için 15 Mayıs 2010’da Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeydi. LGBT grubundan bazı Avrupa Parlamenterlerinin, büyükelçilerin ve uluslararası İnsan Hakları topluluğunun temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 14 ili kapsayan 5. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşmanın ana ekseni Türkiye’de LGBT bireylere karşı uygulanan ayrımcılığın tartışılmasına olanak tanımak, bu alanda yaşanan sorunların görünürlüğünü artırmaktı. Homofobi ve transfobi karşıtı etkinliklerin yer aldığı Buluşma 5 Mart’ta başladı 17 Mayıs’ta sona erdi. Buluşma’nın en önemli etkinliği Judith Butler’ın Türkiye’de ilk defa bir panelde konuşacak olmasıydı.
Judith Butler SBF Büyük Amfi’de
Queer Kuramı’nın kurucusu olarak kabul edilen Judith Butler, beden, cinsiyet, söylemsellik, olumsallık ve performatiflik gibi anahtar kavramlarla toplumsal cinsiyet tartışmalarının tüm dayanaklarını yerinden oynatmış bir düşünür. Postyapısalcılık, psikanaliz, feminist teori üzerinde çalışan ve feminist siyasetin yeni biçimlerinin öncülerinden olan Judith Butler’ın SBF’deki konuşmasının başlığı “Queer-Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtı Siyaset”ti. Paneli izlemeye gelenler Judith Butler’la dinleyecek olmanın heyecanıyla SBF’nin Büyük Amfi’sini saatler öncesinden doldurmaya başladılar. Oturulabilecek ve ayakta durulabilecek bütün boşluklar dolduktan sonra bile içeri girmek için kapının önünde bekleyenler vardı.
SBF tarihinde ilk defa bir konferans için Büyük Amfi’nin dışına projeksiyon yerleştirildi. Kalabalıktaki neşeli hal, Butler’ı bekleyişin uzamasıyla bozulacağına daha da arttı. Panelin moderatörü Zeynep Gambetti önce salondakileri kapıda kalanlara yer açabilmek için biraz daha fedakârlıkta bulunmaya sonra da panelin ardından Kızılay’a yürümeye davet etti. Her iki önerisi de alkışlarla hemen kabul gördü Gambetti’nin. Panele gelmek için herkesin sevinçle bir telaşa katlanmış olduğu ayaküstü kurulan sohbetlerde paylaşıldı. Eskişehir’den, Van’dan, Trabzon’dan Ankara’ya Judith Butler’ı dinlemeye gelenler birbirlerine yolculuk hikâyeleri anlattılar.
Judith Butler’ı beklerken bu önemli buluşmaya destek verenlerden Uluslararası Kaynak Ağı’nın (International Resources Network-IRN-www.irnweb.org) Ortadoğu bölgesi koordinatörü Nadic Alan söz alarak araştırmacılar, aktivistler, sanatçılar, akademisyenlerin farklı cinsellikler hakkında görüş paylaşımında bulunmasına destek veren IRN hakkında bilgi verdi. IRN’nin Queer araştırmalarının Batı ağırlıklı olmaktan kurtarılmasına ve Queer tartışmalarında Güney-Güney diyalogunun artırılmasına verdiği önemden söz eden Alan, IRN’nin Temmuz sonu veya Ağustos başında Türkiye’de bir toplantı düzenleyeceğini bildirerek bu toplantıya katılım ve destek çağrısında bulundu.
Nadic Alan’ın konuşmasından ve Gambetti’nin Butler’ın felsefesini ana başlıklar halinde özetlemesinden sonra bir süre daha devam eden bekleyişi sona erdiren Büyük Amfi’nin kapısında mahcup, sakin ve kalabalığın dışarılara taşan heyecanından biraz da şaşkın Judith Butler’ın görünmesi oldu. Alkış kıyamet karşılandı Ankara’da bu ufak tefek, sade, sevimli insan. Uzun süren alkışlar dindikten sonra da Butler’ın bir saate yakın sürecek olan konuşmasının bir kelimesini bile kaçırmamak için bütün salon kürsüye kilitlendi. Başlarkenki sakinliğini hiç bozmadı konuşması boyunca. Bir yazısında dediği gibi, insan meselesiyle başladı ve insan meselesiyle bitirdi konuşmasını. Yine Butler’ın sözleriyle, sanki başka bir şekilde başlanabilir ve bitirilebilirmiş gibi! Evrensel olarak paylaşılan bir insanlık durumu mevcut olduğundan değil, küresel şiddetin ışığında kendisini meşgul eden sorular etrafında ördü başlangıcı ve bitişi insanda olan konuşmasını.
Homofibi hastalıktır!
“Cinsel azınlıkların haklarını korumak için mücadele verenlerin cesaretini kutlamak için buradayız bugün” diye başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü Butler, burada bulunuşumuzun nedeni kabul görmeyen hiçbir azınlığın, dışlanmış bütün azınlıklar özgürleşene kadar özgürleşemeyeceğini hatırlamak içindir. Türkiye’de trans cinsiyetlilere uygulanan şiddetin farkında olduğumuz, bu şiddete karşı durduğumuz için ve tüm dünyada bütün cinsiyetlerin özgürce ve kamunun koruması altında yaşanabilmesini savunduğumuz için bugün burada bir aradayız. Bu, farklı cinsel tercihlere sahip oldukları için, seçtikleri görünüm için, normalliğe ve tutuculuğa karşı oluşturdukları tehdit nedeniyle öldürülenlerin hayatını onurlandırmak anlamına geliyor. Hepimiz azınlıklara uygulanan polis şiddetine karşı olmalıyız. Polis şiddetinden neyi kast ettiğimi açıklayayım: cinsiyetin sadece genel kabul gördüğü şekliyle görünür olmasında ısrar edenler, cinselliğini veya toplumsal cinsiyetini kurallara aykırı olarak yaşayanları suçlu veya hastalıklı kabul edenler devletin polis gücüne dahil olsun ya da olmasınlar, polisleşmektedirler.
Bilindiği gibi, cinsel azınlıklara şiddet uygulayan bazen doğrudan polis gücü olurken bazen de trans cinsiyetli kadınların öldürülmesini “cinai” bulmayan, bu konuda soruşturma yapmayan ya da toplumun trans cinsiyetli mensuplarına karşı uygulanan şiddeti önlemekte yetersiz kalan veya önlemeyen de polis gücü olabilmektedir. Bu gibi durumlarda devletin polis gücü cinsiyet kalıplarının korunmasına uğraşan, “kadın” ve “erkek” sınıflamalarını doğaya ya da geleneğe göre şekillendiren polis gücüyle eşgüdümlü davranmaktadır. Butler’ın esas tartışması cinsiyetin bizatihi bir özgürlük alanı olduğu ve bu özgürlük alanının da diğer özgürlük alanlarıyla aynı koşullara tâbi olması gerektiği, bu koşulların da yasalarca güvence altına alınması zorunluluğudur. Cinsel azınlıklara şiddet uygulayan polis “cinsiyet polisi” haline gelmekte; cinsel şiddetin faillerini soruşturmakta, tutuklamakta ve şiddeti engellemekte yetersiz kaldığında da uygulanan şiddeti desteklemiş olmaktadır.
Burada suç kavramını açımlamakta yarar var. Hiç kimse cinsiyetini dışa vurma biçiminden ötürü suçlu kabul edilemez. Eğer cinsel azınlıklar görünümlerine, kamusal alanda var olma biçimlerine, kendilerini anlama ve anlatma dillerine, aşk ve arzularını ifade etmelerine, cinsel ve bedensel özgürlüklerini nasıl kullandıklarına göre suçla ya da hastalıkla bağlantılandırılıyorsa bu suçtur. Polis için cinsiyet bir suç aracına dönüşmekte ve tam da bunun üzerinden polis suçlu konumuna düşmektedir.
Bu tartışma bizi cinselliğin bir özgürlük alanı olması noktasına getirir. Cinsellik ister veri olarak, ister seçilebilir olarak kabul edilsin, bu alan bir özgürlük alanıdır. Bu alanda nasıl hareket ettiğimiz, bu alanı nasıl bir mümkünün dili olarak kabul ettiğimize bağlı olmaksızın korunmalı ve savunulmalıdır. Bu alanda hareket etme biçimimiz şiddete maruz kalmamalıdır. Her cinsiyet tezahürü beklenmedik biçimde baskın kalıpları zorlayıcı, cinsiyet gerçekliğinin yeniden yaratılması konusunda yeni kanallar açıcıdır.
Kimin Yası Tutulmaya Değerdir?
Kimlik aidiyetlerinin arasında cinselliğin alanını tanımlayarak yaşanabilir ve yaşanmaya değer olmayan hayatlar ayrımına geliriz. Judit Butler’ın konuşmasının ana ekseni, yaşanabilir hayatlar ve yaşanmaya değer olmayan hayatlar arasındaki ayrımla ilgili olarak oluşturduğu “yaralanabilirlik” ve “yas” üzerinden geliştirdiği tartışmaydı. Ancak, kendi kimlik aidiyetimizin dışında olanlar için yas tutabildiğimizde, bazı yaşamları diğerlerinden daha çok yası tutulabilir gören koşulları eleştirebilir ve bunlara karşı çıkabiliriz.
Bu baskın kalıpları zorlamaya karşı uygulanan devlet onaylı şiddetin, yaşanabilir hayatlar ve yaşanmaya değer olmayan hayatlar ayrımı ile sürekli yeniden üretilmekte olduğu konusunu tartışırken, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf’ın, "Eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum" yönündeki yorumunu da bu bağlamda değerlendirdi Judith Butler. Eşcinselliğin patolojikleştirmesiyle mücadele etmenin öneminden söz ederek, buradaki tehlikenin eşcinselliği normalleştirmeye çabalamak olduğunu söyledi ve esasında farklı cinsellikleri hastalıkla etiketlemenin, patolojinin ta kendisi olduğunu belirtti. Burada önemli olan sorunun, Kavaf konuştuğunda sadece bir birey olarak mı yoksa hükümetin bir bakanı olarak mı konuştuğu olduğunu söyledi ve ekledi, hükümetin bir bakanı olarak konuşuyorsa şayet, hükümetin eşcinsellik hakkındaki resmi görüşünü dile getiriyor demektir. Ve bu da devletin eşcinsellere karşı ayrımcılık uyguladığının ve bunu yapmasının da doğru olduğunu düşündüğünün açık göstergesidir. Kavaf’ın devlet adına konuşurken devletin dilini de oluşturduğunu, oluşan bu homofobik dilin de hastalıklı bir dil olduğunun görülmesi gerektiğini hatırlattı ve ekledi: "Homofobi psikolojik bir hastalıktır!" Eşitlik ilkelerine sıkı sıkıya bağlı muhafazakâr insanlar da olduğunu, bütün insanlar için adaleti savunan ve yargılamadan önce yargıladıkları hakkında her şeyin bilinmesi gerektiğini düşünen muhafazakârlar olduğunu söyledi Butler ve devam etti, “Herkes muhafazakâr, liberal ya da radikal olabilir, ama bu görüşlerin insanların cinsel tercihlerini seçme haklarına saygılı olmamayı gerektirmez. Sanırım Kavaf’ın bundan haberi yok. Homofobiyi incelemenin çok önemli ve ilginç olduğunu düşünüyorum ve Kültür Bakanlığı’nın okullardaki ve kamusal alandaki homofobinin araştırılması için fonlar sağlaması gerekiyor. Özel olarak Türkiye’ye, daha genelde Akdeniz bölgesine ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki değişik homofobi işaretlerine bakmak ve ortaklıkları açığa çıkarmak önemli. Belki de, insanlara saygı duymanız için, ki muhafazakâr olsanız da insanlara saygı duyabilirsiniz ve onların haklarının tanınmasını savunabilirsiniz, radikal olmanıza gerek yok. Cinsel yönelimleri farklı olan insanlara olan saygının ve güvenin artırılması demek, eşitliğin ve adaletin genişlemesi anlamına geliyor.”
Butler'ın Konferans'ta en çok vurguladığı nokta etnik, ırksal, dinsel ve cinsel azınlıklar arasında koalisyon kurulmasının önemiydi. Butler, tüm azınlıkların farklı görünümler altında ama esasen benzer bir şiddet ve baskılanma deneyimi yaşadıklarını, bu anlamda politikanın kapsayıcı bir koalisyonu gerektirdiğini özellikle vurguladı konuşmasında. Her zaman heteroseksist cinsel azınlıklar arasında koalisyon kurulursa basit kimlik kategorilerinin aşılabileceğini, biseksüelliğin yok sayılmasının reddedilebileceğini, kısıtlayıcı bedensel normların dayattığı şiddete karşı konulmuş olacağını savunan Butler bugün artık koalisyonun kapsamının çok daha geniş olması gerektiğinde ısrar ediyor. Politik mücadele alanı olarak ırkçılık ve militarizm karşıtlığının cinsel özgürlük ve ifade özgürlüğü ile bir arada düşünülmesinin kaçınılmaz olduğu savunusu ile biçimleniyor Butler’ın duruşu.
Butler, konuşmasında kamusal alan ve görünürlük mücadelesine ilişkin değerlendirmeler de yaptı. Kamusal alanın sınırlarını görünen ve konuşulabilir olanların değil, gösterilmeyen ve söylenmeyenlerce çizildiğinden kimlerin hayatlarının hayat, kimlerin ölümlerinin ölüm olacağının belirlendiğinden söz etti. Açık bir demokrasi rejiminde “görünürlük” herkes için haktır diyerek demokrasilerde azınlıkların sadece yasaların değil, kamusal alanın da koruması altında olduklarını, kamusal alanın belirleyici normları kökten bir değişim geçirmeden özel alanlardaki sorunların da çözülemeyeceğini söyledi.
Judith Butler’ın konuşmasındaki vurgulardan biri de eşcinsellerin haklarının milliyetçilik adına savunulması konusunda çok kuşkucu olunması gereğiydi. Avrupa ve İsrail’de sık sık karşılaşılan bu tür çabalar milliyetçi, militarist, yabancı düşmanı kültürlerin oluşturulmasına hizmet etmeyi amaçladığı ve gay insanları ulusal kimlikler etrafında toplanan bireylere indirgemeyi, kutplaşmayı artırmayı hedeflediği için bu yaklaşımları şiddetle eleştirdi Butler. Bu kutuplaştırma çabalarının eşcinsellerin diğer azınlıklarla irtibatını kesmek ve queer politikasının ırkçılık ve militarizme adanmasının, feminist müttefiklerle omuz omuza mücadelenin önünü tıkamanın yollarından biri olduğuna dikkat çekti. Bazı Kuzey Avrupa ülkelerinde ta başlangıcından itibaren ifade özgürlüğünün açıkça bir queer değeri olduğunu hatırlattı. Cinsel özgürlük hareketinin ifade özgürlüğünü gereksindiğini, konuşma, toplantı, mücadele ittifakları kurma ve kamusal alanda var olabilme özgürlüğünün diğer insan haklarıyla tamamen yanı konumda olduğunu belirtti. Özgürlüğümüzün başkalarının özgürlüğüne bağlı olduğunu, kişisel ve bireysel özgürlük alanlarının kamusal özgürlükten bağımsız düşünülemeyeceği değinilen konulardandı.
Bu da “queer”ın bir kimlik olmadığını, bir dinamik ve net politik hedefleri olan değişken bir hareket olduğu noktasına getirdi konuşmayı. Ulusötesi bir niteliği olan queer hareketinin homofobi, ırkçılık ve milliyetçilik karşıtı bir nitelikte olduğu, her türden ayrımcılık ve nefrete karşı olduğunu bu çerçevede yeniden hatırlattı Butler. Queer eylemciliğinin Gazze'de, savaşa maruz kalınan her yerde, ırkçılıkla mücadele verilen tüm alanlarda yer almasının gereğine değindi.
Türkiye’deyken yaptığı söyleşilerde kendini savunma konusundaki soruları yanıtlarken milliyetçi saldırganlıkla ilgili tavrını açıkça ortaya koyan Butler’ın bu konudaki görüşleri de şöyle: “ Kısa süre önce Filistin’deyken genç bir adam bana kendini savunmak için savaşa girenleri yargılayıp yargılamadığımı sordu. Onu hayır diyerek yanıtladım. Biz böyle insanları yargılamıyoruz. Fakat bence ‘kendini savunmanın’ ne olduğu konusunda dikkatli olmalıyız. Kendimi mi savunuyorum, bana ait vücudumu mu? Ülkemi mi savunuyorum? Yoksa fikirlerimi mi savunuyorum? Savunduğum hangi yanım? Bunun kolayca büyüdüğünü de görebilirsiniz. Mesela şöyle söyleyebiliriz: dünya üzerindeki bütün Yahudileri koruyorum. Veya dünya üzerindeki bütün Türkleri koruyorum. Bu nedenle önce şu soruya bir yanıt vermemiz gerekiyor: kendini savunmak nedir? Ve bu noktada şu ayrımı iyi yapmalıyız. Milliyetçi saldırganlığın kendini savunmadan farkını iyice ortaya koymamız gerekiyor.” Butler Ortodoks Marksistler yeni toplumsal hareketleri Marksizmi yeniden tasarlamak ve ekonomik özünü göz ardı ederek, meseleyi sadece kültürel boyuta indirgemekle suçladıklarının hatırlatılması ve Ortodoks Marksizmin yeni toplumsal hareketlere eleştirilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? sorusunu da şöyle cevaplıyor: “Feminizm 19. yüzyıldan beri sınıf ve emek meseleleri ile uğraşıyor. Dolayısıyla bu eleştiriler haklı değil. Sosyalist Feminizm Engels’in aile üzerine söylediklerinden beri sol siyasetin önemli bir parçası. Bence burada vurgulanması gereken önemli noktalardan biri şu ki, yeni toplumsal hareketler ırkçılıkla, homofobiyle ve süregiden sömürgecilikle mücadele etrafında örgütleniyorlar ve her gruptan insanın katılımını sağlıyorlar. Kapitalizme karşı örgütlenen gençlik hareketleri, Marksist olmanın yerine, anarşist bir nitelik taşıyor. Radikal bir siyasetin, kapitalist yapılara karşı ve tamamen kapitalizmden kaynaklanmayan baskılara karşı insanları örgütlenmeye iten şeylerin ne olduğunu sorgulaması gerekli ve bunların sorgulanmasına, analiz edilmesine ihtiyacımız var. Güçlü Marksist yapıları, yeni toplumsal hareketleri, sömürgecilik karşıtı, homofobi ve ırkçılık karşıtı yapıları birleştirecek güçlü koalisyonlar oluşturmanın yollarını aramak zorundayız. Bunlardan bir tanesini alıp diğerlerinde ayırmak olmaz.
Evet, çok fazla anlaşmazlıklar var. Ama yine de, bence anlaşmazlık noktalarına rağmen yaşayan bir koalisyonun, anlaşmazlık noktaları olan ölü bir koalisyondan farkı, yaşayan koalisyonun bu antlaşmazlıkları sürdürebilecek yolları yaratabilmesidir.”
Sorunsallaştırdıklarında kitaplarından okumuş olanlar için hiç bilinmedik konular değildi konuşulanlar belki, ama konuşurken dinlemek Butler’ı, onu okurken olduğundan daha derinden uyandırdı öfkeyi. Her kelimesindeki vurgusu çıkmamacasına kazındı dinleyicilerin zihnine. Her vurgusuyla kim insan sayılır, kimin yaşamı yaşam sayılır, bir yaşamı yası tutulabilir kılan nedir sorularını defalarca vurguladı. Uzun sohbetin ve devamındaki soru cevaplarla daha da netleşen politik tavır alışın heyecanı vardı 15 Mayıs’ta Ankara’da.
SBF Büyük Amfisi çok kalabalık, çok coşkulu, çok isyankâr toplantılara da şahitlik etmişti geçmişinde ama herhalde ilk defa “arzunun hükümranlığını ilan” için cinsel kimliğini seferber eden bir izleyici kitlesini ağırlıyordu. Gökkuşağının yedi rengine bürünen bu kalabalık, tarihinde nice onurlu eyleme kucak açan Büyük Amfi’nin hafızasında en güzel yerlerden birini edindi.
Kavaf İstifa!
Konuşmanın devamında salondaki “Queer yoldaşlarının” Kızılay’a kadar pankartlarını açıp sloganlar atarak, şarkılar söylerek yürümeleri ertesi günkü mitingin hazırlığı oldu. "Kurtuluş Yok Tek Başına! Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz!", "Ne Hastalık Ne Günah! Yaşasın Eşcinsel Aşk!", "Teslim Olmak Yok! Homofobi Ezilecek!", "Gemileri Yaktık! Maskeleri Attık! Geri Dönüş Yok!", "Aşk Aşk Hürriyet, Uzak Olsun Nefret!", "Ne Suç Ne Günah, Yaşasın Eşcinsel Aşk!", "Homofobi Öldürür!", "Transfobi Öldürür!", "Nefret Öldürür!", "Genel Ahlak, Kimin Ahlakı!", "Batsın! Batsın! Ahlakınız Batsın!", "Ahmet Yıldız Burada! Katilleri Nerede!", "Dilek İnce Burada! Katilleri Nerede!", "Katilleri Bulmayan Suç Ortağıdır!", "Patronsuz, Pezevenksiz Bir Dünya İstiyoruz!", "Travestiyiz, Buradayız! Alışın! Alışın! Gitmiyoruz!", "Eşcinseller Geliyor, Özgürlüğe Yürüyor!", "Okulda, İşte, Mecliste! Eşcinseller Her Yerde!", "Kavaf İstifa!"sloganları, Kurtuluş’ta yolun iki yanında toplanan Ankaralıların ve arabalarından korna çalanların fikrine bir çentik atar umuduyla atıldı. Bu “korsan” gösteri kendiliğinden gelişti, devletin polisi müdahil olmadı gösteriye. “Usulünce” dağılınması ikazında bulunmakla yetindiler. Ancak polis, Sakarya caddesine varıldığında caddede öbeklenmeye başlayanları işaret etmekten de geri durmadı göstericilere. Bu kişilerin kim oldukları sorulduğunda “Bunlara tepki duyanlar!” deyiverdi polis yürüyüşçüleri işaret ederek, kendini farkına bile varmadan yürüyüşçülere saldırmaya hazırlananlara aynı safta konumlandırarak. Barışçı bir yürüyüşün katılımcıları Sakarya caddesinde tepkililer için “normal dışı” olan görünümleriyle tehdit unsuru oluvermişti. Tam da Butler’ın konuşmasında ve sorulara verdiği cevaplarda dediği gibi, kamusal alandaki dışlama ile devletin polis gücünün ittifak noktası belliydi: homofobi ve transfobi hastalığı!
Queer Teori nedir?
Queer Theory (Türkçede terso kuramı olarak da adlandırılyor), 1990’lar başında LGBT ve feminist çalışmaları alanında ortaya çıkan, cinsiyet kategorilerinin yeniden değerlendirilip sarsıldığı eleştirel bir teori. Metinlerin “queer” yorumlarına dayalı bu teori, büyük ölçüde Michel Foucault’nun Cinselliğin Tarihi’nin etkilerini taşır. Feminizmin, cinsiyeti kişinin özüne ait bir unsur kabul eden düşüncelere karşı geliştirdiği mücadelesinden ve LBGT çalışmalarının cinsel kimliklerdeki toplumsal yapıya dair incelemelerinden destek alıp yararlanır. Gey ve lezbiyen çalışmaları eşcinsel yönelime atfedilen “doğal” ve “yapay” ayrımına odaklanırken, queer theory ise hem “normal” hem de “anormal” kategorilerinde değerlendirilecek her türlü cinsel aktiviteyi odağına alır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder