80’lerin imgecilikle boğulmuş şiirine karşı çıkarak, söz sanatına indirgenmiş şiire kafa tutarak kendi şiirinin omurgasını çatan Birhan Keskin’in Soğuk Kazı kitabı Nisan ayında çıktı.
Soğuk Kazı’da Birhan Keskin yeryüzü varlıklarının soğuyan, katılaşan hallerine, o hallerin katmanlarına bakıyor. Baktığı yer soğuma, katılaşma ama ehlileşmeyen, dinmeyen, soğumayan, katılıp kalmayan bir öfke tütüyor Soğuk Kazı’da. 37 şiirini üç bölümde toplamış Birhan Keskin kitapta.
Soğuk Kazı’yla şiirin kırarak, yıkarak yeniden yaratacağına; gittikçe soğuyan, katılaşan dünyada insanın şiirden başka iyiliğinin, şiirden başka neşesinin, gücünün, şiirden başka rikkat, merhamet ve şefkatinin olamayacağını sezdiriyor Birhan Keskin bir kez daha.
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm…
Şiirin her zaman bir dertten, dünyayla derdi olmaktan yola çıktığına inanan Birhan Keskin’in şiir desturu, Karacaoğlan’ın deyişiyle ‘bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm’.
Her sözcüğün daha ağzımızdan çıkarken bir ideoloji çizmeye başladığını, hünerin bunu doğru okuyabilmekte olduğunu; şiirin çağrışımlar yarattığı için zengin olduğunu düşünen şair, şiir için ‘çağrışımlar üzerinden okunur. Kat kattır, katmer katmer. Okur hangi kattaysa o kattan okur şiiri.’ diyor.
Birhan Keskin şairi ise şöyle tanımlıyor, ‘Şair, sürekli kendi kuyusunu daha derine doğru kazan, bakalım daha nerelere kadar iniyor bu kuyu diyendir bir şekilde, ama kuyu her zaman aşağı doğru kazılmaz, yukarı doğru da kazılır. Magmaya, aşağıya olduğu kadar semaya, göğün katlarına doğru da çınlar şair. Şairi, sözün bilindik anlamıyla kendi kuyusunu kazan biri olarak, bir biçare olarak görmem. Öyle görenler de son derece yanılırlar. Şiir benim kendimi, dünyayı, insanı, yeryüzünü sevme biçimimdir. Anlama biçimimdir. Ben sözcüklerimle dünyayı okşarım, şairi biçare, meczup gören bir zihniyet vardır, ki oturup kendi sefilliğine bakacak kadar bile aklı yoktur onların.’ Kendisini ‘keşifçi değil, kazıcı şair’ olarak tanımlayan Keskin, buluşçuluğun şiir için yeterli olmadığı, şiirin buluşçulukla sonsuza kadar çoğaltılabileceğini, bununsa kolaycılık olacağını söylüyor.
Hawaii’deki küçük bir kraterin Puʻu ʻŌʻō’nun adıyla açılıyor Soğuk Kazı. Donup kalana kadar, içindeki od’a hiç varamayacakmışçasına on yıllarca lav püskürten Hawaii’deki bu küçük krater, kitabın ilk şiirine adını vermiş. Yanardağınsa adını, Hawaii dilinde kazı çubuğu anlamına gelen ʻŌʻō’den aldığına inanılıyor.
Y'ol'daki, Taş Parçaları adlı 43 bölümlük uzun, yakıcı şiirin harından sonra şimdi dünyanın katılaşmasına tanıklık eden Soğuk Kazı, kitabın ilk bölümündeki şiirlerinden oluşan Birhan Keskin'in kendi serüvenine dair Soğuk Kazı durağından Dünyanın Katı Huyu’na yol alıyor. Bu iki evrenin soğuma, katılaşma hali çatallanarak, ayrışıp örtüşerek sürüyor kitap boyunca.
Şair, kırdığı buncacık kabuktan çıkabilen hiç bitmeyen onca göçe, kanatlanarak çıkılan yollara ve indiği vadilere şaşar Puʻu ʻŌʻō’da. Kendinden çıktıktan sonra başkalaşan dilin, yabancılaşan yolun tanıklığını yapar. Kendinden ayrılışa, kendi yarılışına serzenişte bulunur gibidir, “Kimin eli değmişse bir ayrılığa / Tütecek sandığı ocak sönecek / Bir daha görünmeyecek o rüya” derken. Kalbini hatıraya bırakışı da küçükken aksakken kendisini kızından, kardeşinden ettikleri de büyümenin ve yarılmanın çaresizliği gibidir.
Katılaşmaya başlayan kırmızı sıkıntının, bir dağın içinde ateşle kıvranan lavın, insanın tözünün külden ve dumandan gri siyah bir nefese dönüşmesinin, dışarıdaki dünyayla karşılaşmanın, başka bir şey gelmediğinden elden, yazıklanarak bazen dünyayı önüne katıp kavurmanın, esmer bir küfür gibi havada asılı kalmanın, hatırlamaya çalışacağı bir cümlesinin belki de hiç olmamasının hecesidir ‘Tüf’. Ömür bir çökelti taşından başka bir şey olacaksa eğer, ta başta kurulan sözdeki eksiği örümcek bağlayan hatırayı temizlemekle, dünyaya dağılan bölünmüş hatırayı toparlamakla olacaktır. Büyüdükten sonra aldığı onca yolu geri tepip de, soğumuş dili, dikenli bedeniyle tamamlayacak mı hatırayı, kurduğu sözü hatırlayacak mı bilemeyenin dilinde kalan tek hecedir Tüf.
Keskin, kitabın en bilinçdışı alanında gezinen şiiri olarak tanımladığı ‘Suyun üstünü kaplayan şeyler’deki ‘Tabiatın kanunlarına hiç alışamadım ben’ dizesinin çıkış noktasını şöyle açıklıyor: “Bizim büyük bir balkonumuz var. Annemin orada gülleri var. Annem gülleri açtıkça kesiyor. 'Kesme, dalında güzel,' diyorum, 'Güller kesildikçe açar diyor annem'. Tabiatın kanunu böyleymiş. Bazı kanunlara hiç alışamam zaten.” ‘Suyun üstünü kaplayan şeyler’ sevdiğini öldüren birinin ardından mırıldanma gibidir. Ölen suya, akışa terk ederken kendini, öldürenin eli bile ıslanmaz alacağını alırken sudan.
‘Milonga’nın meselesi, Birhan Keskin’in belki de ilk şiirini yazdığı günden bu yana üstüne düşündüğünü söylediği 'adalet' ve 'zalimlik'... Dünyayı algılayışının karanlık olduğunu ama o karanlığın içinde yıldızlı bir gök kuracak kadar da neşenin bilgisi olduğunu söyler Keskin bir yazısında. “Ve her şey, en azından bazı dönemler için değişebilir iyiye doğru, az da olsa, kısa da sürse, dünya sözcüğü daha "anlamlı", "neşeli", "sevgili" bir sözcük olabilir, tıpkı "yeryüzü" sözcüğü gibi güzelleşebilir bazı zamanlar için. Hiç değilse bazı zamanlar için...”diye umutlanır. O yıldızlı göğe dair umudunu yitirdiğini ise Dünyanın Katı Huyu’nun girişindeki dizeyle duyurduğunu düşündürtür Soğuk Kazı’nın sonrası. Milonga ortamın huzurunu kaçırmamak adına kurallarına riayet edilmesi gereken toplum denen bu cenderede kötülüğü anlamak değil anlamamak için çaba gerektiğini söyler. ‘Ilık bir süt gibiydin’ demeye çalışırken bile ağzı kavuran o kaynar sıcağını kötülüğün, soğutmak için hayli üflemek gerektir.
Flamingonun hayata değdiği yer bir tuz tanesiyken ondan beklenenlerin şeker söylemek, kaymak söylemek, bal söylemek olmasındaki çelişkinin burukluğunu anlatır Flamingo üçlemesi.
‘Badem’de büyümenin, sertleşmenin; kendinden, neşeden, çılgınlıktan, sevinçten ayrı düşmenin acı türküsü uzun süren kabuk tutmanın acı bilgisine çoktan sahip olana söylenir. Kabuğun altından, incecik tülün ardındaki tüylü yeşil çağlayı gören Paul Celan gibiler için badem, başkalarının gördüğünün aynısı değildir. Kabuğu sert değildir, görünenin ötesindekini görmeye bir şair dizesi gerektir bazen. Birhan Keskin bir kez daha, başka bir sözle bu defa, “Ben büyüdüm / akasyalar öldü / üzgünüm” der gibidir bu şiirinde.
“Herkes yedek cebimde bir Mevlana cümlesi taşırsam iyi olur diye düşünmüş olabilir. Ama şu alıntılı yaklaşımın, cımbızlamanın bir eseri yağmalamak olduğunu bilenler bilirler. Muhtemeldir ki bu sizin bahsettiğiniz zevat Mesnevi'yi başından sonuna okumamıştır. O yüzden işte bu kitapta bir şiirin adı da Artık her şey tüccarların elinde.”diyor bir söyleşisinde Birhan Keskin. Kitabın ilk bölümündeki ‘Artık her şey tüccarların elinde’, unuttuğumuz değil de, hiçbir zaman tam olarak kavuşamadığımız, insanda hasret gibi duran temel bir şeye, bu gezegene de hayata da saygının yitirilmesine, hayatı ve canlılığı her ne adına olursa olsun önde tutan, kutsayan bir saygının kaybına yakılan bir ağıt gibidir. “Tarihin belli zamanlarında yazılan/kazılan büyük bir miras vardır. Bunlar bu mirası kesip biçip oradan bir parça buradan bir parça kolajlayıp pazarlıyorlar. Bireyselliğin açmazlarına ya da fakirliğin de bu çağın da yalnızlığına kimler nasıl deva oluyor? Ve niye? Ben şunu anladım ki; bu çağın adını ‘tüccar’ koymalıyız…” diyerek kişisel gelişim tezgâhına da, tezgâhında tasavvuf pazarlamaya da karşı koyuyor Birhan Keskin o has insanlığıyla.
Sultan Sazlığı’nda boynu eğri bir kuşun / boynuna yediği kurşun gibi hainiz hepimiz diyerek Jospi’de insanlık halimizin çaresizliğini şöyle anlatıyor şair, ‘Dünya boktan sen tamsın kurduğun cümle eksik’ . Birhan Keskin’in
“Bu dünyada insan dediğin ikiye ayrılır Jospi /
Bir: ayrıldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi /
davranan medeniler; Bir: atlarına davranan /
barbarlar. Onlar atlarını çöle, topuğunu dikene sürerler.” dediği Jospi, Keskin’in şiirinin temel meselelerinden olan ayrılığa dair.
Öteki’den Dünyanın Katı Huyu’na: Öfke
Her kitabının son şiiriyle bir sonraki kitabına el verir gibidir Birhan Keskin. Y’ol’un son şiiri Öteki’yle Soğuk Kazı’nın omurgası çatılmıştır bir ölçüde. Hali hal olmayan dünyanın içinde şiirden başka sarınacak örtüsü olmayan, şiirini iyiliği bilen Birhan Keskin’in öfkesidir Öteki.
"Ama siz yükseleceksiniz hep bembeyaz,
Onlar aşağıda siyah kalacak!
Sizin başınız bulutlarda dursun onlar balçıkta bacak!
Siz tatlı rüyalarınızı görün, onlar kalkıp sıçrayacak!
Kavunun kabuğuna bıçağı indirin siz, onlar kaçışacak.
Genişleyin siz merkezde onlar kenarda daralacak!
Onlar seyrek bir fotoğrafta uzağa bakanlar.
Onlar bir ömür taşlara su tutanlar.
Onlar bir hatırada donmuş duranlar.
Onlar bu dünyada yanmış da külde uyuyanlar.
Siz nasıl da menekşe gözlüsünüz onlarsa hep aç gözlü!
Ah siz ölümsüzsünüz dünya üstünde, onlar ölümlü.
Ve siz nasıl da güzel kokuyorsunuz, insanın hası
Onlar kenarda kirliler; onlar atık, onlar sası.
Ah siz, nasıl da 'siz'siniz buram buram, onlar avam.
Bu cahilin, yoksulun, barbarın ışık neyine, onlar ziyan!
Siz 'it was very amazing' derken 'and fun'
Onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan.
Balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.
Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor."
Öteki’deki her dizede başka bir fotoğrafa açılır göz. Kaç okuru varsa Birhan Keskin’in, bir o kadar katmanlı görünen fotoğraflardan merhametle sarmalanan başka başkadır her okumada… Yakılmış evlerinde kül olmuşların, yerinden yurdundan sürülmüşlerin gözlerindeki uzağın, hatıralarda donmuş duranların; kirli, atık, sası denilenlerin; yakılan köylerinde ağaçlarının ruhundan özür dileyenlerin, yüksek balkonlardakilere alçaktan bakanların adına duyulan öfkedir Öteki.
Öteki’nden el alan Dünyanın Katı Huyu’nda ise yıldızlı göğün altında yaşadığımızın, eski bir sanrıya dönmesinin sızısı duyulur.
Dünyanın Katı Huyu;
Sulukule halkının yerinden edilen, bir bitki bile çok görülen, közde patlıcanına kor düşüren, kendilerini bir karış evlerinden edenlere can eriğinin gevşemesince usuldan, susmuş şarkılarınca derin sitemidir; siteminin duyulmayacağını ta baştan bilmesidir.
İstanbul’un çın çın bir imkânken, göbeğinden çatlayıp kala kalmış sesidir. Erguvanlar, güller, laleler bir yandayken koyu bir kederle duvarda birbirine dolanan plastik çiçeklerin başıboşluğuna gözün ilişivermesidir. Dünyayı kendinden düşürdüğü kışla soğutmak, kendi yağdırdığı karla kendi yolunu kapatmaktır.
Bu dünyada bir gurbet gibi duran Eyüp’tür. Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser mi bilinmese de, kopan ipinden şairin ellerinde dağılıvereceği bilgisidir neşe boncuğunun.
Sokaktan geçen bir tinercinin yalan beylerin, kaygan beylerin, arkadan dayanan beylerin, rahat yiyen beylerin hayatlarına arkadan dayanmasıdır. Hayatın sırrı dökülmüş aynasıdır.
Nasılsa bur’dan gidileceğinin duru bilgisiyle bu dünyada cevize sığanların, yan yana sokuluşları yoksulluktan olanların, bir taşın üzerine oturup ufka uzun uzun bakışıdır.
Bir şiirde atlanan satırlardaki bir mucizeyi, göstereceği umududur gidenin. Taşlarla, kuşlarla beklemenin ümididir. Kaldırım taşlarına beslenen ümidin boşa çıkmasıdır.
Ücretsiz dert kitaplarıyla, ellerinde selpaklarıyla güne sırtını dönüp de bir efkâr cigarasıyla birlikte yorgun tüten, yarım çocukluğu, tuğlasız gençliği ile bir ömür sıvanmamış duvar çıplaklığında olanlardır.
Bağdat ve Gazze savaşın yazılamayacağı bilgisinin, nasıl yazılamayacağının yazılmasıdır. Bağdat ‘neden?’ diyen, henüz diyebilen insanlığın sesidir. Henüz yarılmamış, çatlamamış yekpare dünyanın şimdiki halinden sorabileceği bu yegâne sorunun, ‘neden?’in şiiridir Bağdat. Dünyanın yeryüzü varlıklarına ılık bir yuva olduğu zamanlara dair kadim bilginin parçalanışıdır. Birhan Keskin’in Cinayet Kışı’nda ‘İnsanın, kendi varlığından hoşnut olarak yaşadığı, /kendi varlığını haklı kıldığı ve kuşku yok ki, yeryüzü / ile barışık yaşadığı ve mutlu olduğu bir zaman vardı.’dediği o zamandan atılmışlığın soğumasıdır Bağdat’taki; durakalma, kalakalma, sendeleme halidir. Apışıp kalma halidir.
Jospi’de bazılarımızda eski yıpranmış bir hatırayı korumak için apışıp kalmış bir çatı’dan bahsederken Yaz kitabı’nda balığın yırtılmış ağzıyla bu yazlarda apışıp kalan şairle birlikte şiddetin var olduğu her yerde yapılabilecek tek şeyin, belki de sadece apışıp kalmak olduğunu duyumsarız. Bu şiddet bazen bizden sökülmek istenen bir hatıraya karşı da uygulanıyor olabilir, bir balığın yırtılmış ağzında da görünebilir gözümüze. Yeter ki apışıp kalmayı unutmamış olalım da, görebilelim. Hatırayı ve yazı korumak için öylece apışıp kalmaktan başka çare de yok zaten der gibidir Keskin Soğuk Kazı’da.
Gazze ise tarihe düşülen kayıttır. Savaşı yazmaya yeltenmez bu şiirde de Birhan Keskin. Savaşın yazılamayacağının bilgisini aktarır şiirinde. Duygusal değildir. Gazze’ye dair duygusal konuşmak için şairler var diyenlere kalbi serinleten bir küfür patlatır: ‘Okkadar dallama birileri’ der, duygusallığı şairlere havale edenlere.
Bâbil Kulesi’nden bu yana gidilen, bir arpa boyu yol…
Son bölümü oluşturan tek düzyazı şiirin, Soğuk Kazı’nın derdi ise kitabın esas meselesidir. Soğuk Kazı, birbirimizi yaka yıka, ite kaka, birbirimize baka baka, yaraya tuz basa basa, birbirimizi silerek, soğuyarak, takır takır katılaşarak tırmanılan kulelerin kendi kutbunda kendisine burkulmuş hikâyelerinin, o hikâyelerin birbirine hayrı olmayan kalabalığını anlatır. Bâbil kulesinden beridir süregelen katılıp kalmışlığın, kâlû belâdan bu yana gidilen bir arpa boyu yolun metnidir Soğuk Kazı. Siber çağın sözcüklerini kuşanarak gelmekte olduğundan dem vurulan yeni bir şiirin, başka bir üslupla gelecek ve başka bir şey söyleyecek olan, yeni bir söz kuracak olan o şiirin manifestosu gibi bir şiirdir Soğuk Kazı. Kanırtan, kazıyan, kazan bu şiirdeki tipografik basım da siber çağın soğuğunu, bu çağdaki katılıp kalmayı katmanlaştırır.
Şairin, ritmini Tamburi Cemil Bey’in Çeçen Kızı’na benzettiği, harlı bir öfkeyle açılıp, yükselişinde aşka katışan, duruluşunda şefkati, rikkati bulan Taş Parçaları’ndakine benzemez bir seyri vardır Soğuk Kazı’nın. İkide bir lafını etmekle ödenemeyen bir kefarettir Vicdan Soğuk Kazı’da. Öfke yatışmaz, katılaşır. Mahur’a dönmez makamı, giderek yükselir, sertleşir. Birhan Keskin’in rakik, müşfik kelimeleri, kelimelerden düşürdüğü heceleri dindirmez bu kez öfkeyi. Bilenmesine yol açar tam tersine. Atkestanesi gibi katılaşmışken, kıvamsız, bozuşmuş kelimeleriyle vicdan diye diye, vicdanın içini boşalttıklarını anlamayanlara seslenir Keskin. Ne başı ne kıçı vardır onların vicdan diye durmadan ılıttıkları yavanlığın. Şiirdeki ritmi kasten keser, böler, akışını durdurur bir dizeyle Keskin. Vicdanı rahatlatmak öyle çok da kolay olmamalıdır çünkü. Kelimelerin çokluğunda, benzerliğinde, aynılığında boğulup kalmanın, dilin kendi üstüne kapanıp artık söyleyemez olmasının, kasılıp, katılıp kalmasının zamanıdır Soğuk Kazı. Öfkesi de neşesi de çürümüş morarmış bir tozutmaya benzemiş şiirsiz bir dilin vicdanının boyunun ölçüsünü alıverir Birhan Keskin Vicdan şiirinde; üşüyene battaniye örtmeyen sırtı kürklü vicdan tacirlerinin bozuşmuş dillerine ayna tutar.
Birhan Keskin’in tılsımlı şiiri soğuyan dünyada, katılaşan insanda değdiği yerde lav olur. Hawaii mitolojisindeki ateş, şimşek, dans, yanardağ ve şiddet tanrıçası Pele yanardağları tılsımlı kazı çubuğuyla oluştururmuş. Soğuk Kazı da, Birhan Keskin’in soğumuş dünyanın, katılaşmış insanın bağrına indirdiği darbe olur. Birhan Keskin bir söyleşisinde, Kimi zaman yazmak korkutucu olabiliyor. Size de olur mu, yazdıklarınızdan korkar mısınız bazen? Sorusunu şöyle cevaplamış: “Olur evet. Ürpertici oluyor bazen. Jospi şiirinde mesela yaşadım bunu. Bu şiiri yazdıktan altı-yedi ay sonra topuklarımda bir ağrı peydahlandı. Topuk dikeni denilen bir ortopedik rahatsızlık varmış meğer. Hayatımda ilk defa duyuyorum. Topuktan inen bir kemiğin dikenleşmesi. Bir yaz boyunca topuklarımla ilgili fizik tedavi gördüm ve Jospi şiirini çok çok sonra okuduğumda orada o dizeye rastladım: 'Onlar atlarını çöle, topuğunu dikene sürerler'. Yazı bazen hayatı önceler, kehanet gibi bir tarafı olduğunu görürsünüz bazen ve bu ürpertir.” Yeryüzü hallerini izlemeyi bilen şair için, tam da soğumaktan bahseden kitabının yayımlandığı sıralarda bir buzdağının kendini yanardağa dönüştürmesinde ürpertici bir yan olmalı. O şair ki, daha Yeryüzü Halleri’nde Buzul’da görmüş gibidir bugünü dünden ‘Yaşadım mı yaşamadım mı ben o çağları / içimde külrengi ve sonsuz buz ağları. / Kim yardı beni, bana kim yârdı? / Kim akıttı kanım, / bilmiyorum / hatırlamıyorum. / Dünyaya atları sürmeye gelmiştim, / mart sonu muydu, şubat mı, gül ekiliyordu toprağa, / kanımı kim? ’
Sönen ateşi geri almak için, neşeye ve inanca sahip çıkmak yeniden kimbilir belki de yeryüzü bilgisine vâkıf, rakik, müşfik bir şair sözünden fazlası gerekmiyordur aslında dünyaya. Bir mucizeyi görmek için atlanan satırları bulmak yetiyordur belki de.
Birhan Keskin, Kim Bağışlayacak Beni, Metis Yayınları, Mart 2005
Birhan Keskin, Ba, Metis Yayınları, Mart 2005
Birhan Keskin, Y’ol, Metis Yayınları, Nisan 2006
Birhan Keskin Şiiri ve Ba, 10. Altın Portakal Şiir Ödülü Sempozyumu, Metis Yayınları, Şubat 2008
Birhan Keskin, Soğuk Kazı, Metis Yayınları, Nisan 2010
Berrin Karakaş, “Keskin, Ezel gününden beri hem kadın hem şair,” Sabah Pazar Eki, 04.04.2010
http://www.sabah.com.tr/Ekler/Pazar/Roportaj/2010/04/04/keskin_ezel_gununden_beri_hem_kadin_hem_sair
Figen Şakacı, “Her şey tüccarların elinde”, Radikal Kitap Eki, 09.04.2010
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=990405&Date=17.04.2010&CategoryID=40
Gonca Özmen, “Çorak Dünyamızda Soğuk Kazı,” Radikal Kitap Eki, 09.04.2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=990315&Date=17.04.2010&CategoryID=40
Pelin Özer, "Yeryüzü karşısında konuşmak ne zor!" Cumhuriyet Kitap, 30 Nisan 2002
http://www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Interview/Interview.asp?ID=11583
Can Bahadır Yüce, "Yeryüzüne bakmaya geldim ben", Zaman Kitap Eki, 1 Mayıs 2006
http://www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Interview/Interview.asp?ID=11822
Serpil Gülgûn, "İkimiz de üryan şiir yazıyoruz", Milliyet Kitap Eki, 2 Mayıs 2006
http://www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Interview/Interview.asp?ID=11817
Figen Şakacı, "Şiir benim iyiliğimdir!", Radikal, 9 Mayıs 2006
http://www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Interview/Interview.asp?ID=11816
Hacer Yeni, "Birhan Keskin’le birkaç saat", Elle, Eylül 2009
http://www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Interview/Interview.asp?ID=12851
Kör Fotoğrafçılar Projesi Mart Ayı Etkinliği: 27 Mart Cumartesi saat 17:00 Proje Ofisi
Birhan Keskin’le Söyleşi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder